Sessiz
bir geceydi, o tatlı zeytin ağaçlarının altında, yakınlarda kimsenin olmadığı
bir yerde uyumuştum. Yine erken uyuyup (22.30 civarları olsa gerek) erken
uyanmanın (06 civarı) o tatlı hissi vardı üzerimde. Oldum olası sabah
serinliğini çok sevmiştim. Çadırı toplayıp hafif bir şeyler atıştırıyorum ve
sabah ilk pedallarda çıkacağım rampayı düşünüyorum. Sabah güneşinde koyu
ardımda bırakmak keyifli olacak. Kaldığım kamp alanının sahibi dün geldiğim
yoldan geri dönüp Balabanlı’ya çıkmamı önermişti. Ancak ben Koyunevi tarafına
çıkmayı düşünüyordum, rampası daha sert görünse de aynı yolu kullanmaktansa
farklı yerden gidesim vardı. Aslında diğer bir fikir kıyıdan zorlayıp
Babakale’ye kadar uyduda yol olarak görünmeyen yerlerden gitmeye çalışmaktı ama
çok arada kalmama rağmen sonra bu fikirden vazgeçtim. Aslında güzel bir macera
olabilirdi denemek, sonradan içimde biraz kalmadı değil ama dur bakalım. Belki
başka bahara.
Böyle tatlı bir rampa |
Çok
zaman geçirmeden Koyunevi’ne doğru yola çıkıyorum. Ortalıkta pek kimse yok. Dün
öğleden sonra yarı delirmiş olan rüzgar da dinlenmeye çekilmiş gibi. Sabah
güneşinin o tatlı sarı ışığının eşliğinde ufaktan çıkmaya başlıyorum. Önceki
yılın Mazı rampasını anımsatsa da, o kadar olmayacağını biliyorum. En sevdiğim
yumuşak vites sayesinde (ki o zaman 28/38/48 ve 14/34 vardı) kendi tempomu
bulup, arada fotoğraf çekmek için dura kalka ilerliyorum. Geride kalmaya
başlayan koy çok güzel, henüz sabah uykusunda. İyi ki buradayım dediğim
anlardan biri daha. Şu pek çok yere yaptıkları direk gibi (verici mi ya da
artık neyse bilemiyorum) bir şeyi görünce yukarıya yaklaştığımın farkına
varıyorum. Sokakağzı’na veda ediyorum. Artık deniz görünmüyor, birkaç
saatliğine Ege’ye veda. Biraz dağ yollarından ilerleme zamanı şimdi.
'Oradaydım ve şimdi buradayım' |
Koyunevi’ne
varıyorum. Henüz rotaya bakarken adı çok sıcak gelmişti: Koyunevi. Küçük ve
sessiz bir köy. Güzel yerde yaşayan şanslı insanlar diye düşünüyorum, acaba
onlar da böyle düşünüyorlar mıdır? Koyunevi’nin hemen yanında Bademli var.
Dışarıdan baktığında birbirine benzeyen yerleşim yerleri. Yola devam ediyorum.
Sırada Kocaköy var. Kocaköy demek benim rotamda anayoldan ayrılıp toprak yola
girerek Küçük Asya’nın en batı noktasına, Babakale’ye ulaşmak anlamına geliyor.
Burada bir yay çizerek Gülpınar’a yöneleceğim. Yola çıkarken gördüğüm kadarıyla
arada yol var. Nasıl bir yol olduğun pedalları çevirmeye devam ettiğimde
göreceğim. Kocaköy’den geçerken iki kişiyle karşılaşıyorum. Her zaman değil ama
şüphe duyduğum bazı zamanlarda rotamı netlemek için yerel halka yol hakkında
sorabiliyorum. Burada da aynısını yaptım ve Babakale yolunu sordum. “Hiç iyi
değil, oradan geçilmez. Ancak 4x4 gidebilir” diye yanıt vermeleri kararımın
doğruluğunu teyit etmiş oldu ve ara yola girdim.
Böyle
zamanları seviyorum. Başkalarına yol gibi gelmeyen yerlerden gitmek hoşuma
gidiyor. Bir süre devam ettikten sonra askeri bölge tabelasını gördüm. Zaten
oraya giden yol sivillere kapalıydı ve ben sağa doğru rotamdan devam ettim.
Zemin gayet güzeldi, herhangi bir arazi aracı değil her türlü motorlu taşıt
girebilir aslında bu yola. Doğru ve güzel kararı vermiş olduğuma sevindim.
Bunları düşünüp bir yandan da fotoğraf çekmeye devam ederken nefes kesici bir
yere ulaştım. Askeri bölgenin yol ayrımından sağ tarafa devam ederek
Babakale’ye doğru yol alırken karşımda müthiş bir biçimde deniz görünüyordu.
Babakale’yi bir burun gibi düşünürsek –ki düşünebiliriz sanırım- “Akdeniz’e
kısrak başı gibi uzanan bu memleketin” ucunda bir yerde olmak hissi çok
etkileyiciydi. Benzer bir hissi Knidos’ta da yaşamıştım daha önce birkaç defa.
Sağımda Lesbos’un tepeleri, karşımda Ege’nin suları, Homeros’un hikayesini
anlattığı toprakları bisikletle yaşamak heyecan vericiydi. Geniş toprak yoldan
iniyor olmama rağmen bitmesin diye korkunç derecede yavaş gidiyordum; sevdiğim
bir kitabı bitirmemek için okumaya kıyamamak gibiydi. Suyun rengini anlatmam
mümkün değil, iyi ki buradayım dediğim anlardan biri daha. Tek başıma yapıyorum
bunu ama yanımda ve içimde sevdiklerim de var, büyük bir zenginlik bu. Kıvrıla
kıvrıla giden yol beni Babakale’ye götürüyor.
Böyle bir yol işte |
Burada olmak gülümsetiyor |
Babakale’ye
ulaştığımda köy bakkalından buz gibi bir su alıyorum. Orada sohbet ettiğim bir
genç limanın ilerisinde dinlenebileceğim bir plaj olduğunu söylüyor. Hemen
buralardan ayrılmak istemediğim için aşağı inerek söylediği yere gidiyorum.
Terk edilmiş çardak gibi bir yapı ve birkaç kırık şezlong var. Herhalde sezon
açılmadığı için buraları yenilemediler. Biraz dinlenip bir şeyler
atıştırıyorum. Kıyıya dönen balıkçı teknelerinin peşindeki martılar işin
kolayına kaçmaya çalışıyorlar. Artık yavaştan yola koyulma zamanı geliyor.
Tatlı bir bisiklet gününde pedallar dönmeye devam ediyor. Babakale’den denizi
soluma alarak Gülpınar’a doğru devam ediyorum. Denizin hemen yanında bir
yamaçta yer alan mezarlık hayalleri süsleyecek cinsten. Kim yaşamı sona erdiğinde
burada yatmak istemez ki! Yolda yazlıkların sitelerin yanından geçiyorum, sanki
kimse yaşamıyor bu eski kirli beyaz bloklarda.
Orada duruyor, kimse görsün diye değil |
Gülpınar’a
ulaştığımda güneş iyice yükselmiş durumda, burada Apollon Smintheion Tapınağı
ve çevresi ziyaret etmek istediğim bir yerdi. Fotoğraflarından çok daha
etkileyici, içeri girdikten sonra bugün rotamın da üzerinde olan Alexandria
Troas ile olan ilişkisini görmek de şaşırtıcı oldu. Assos’la birlikte hepsi
kafamda birleşmiş oldu aslında. Ören yerindeki tapınak, Roma hamamı ve su
depoları bölgenin o zamanki halini de kafamda canlandırmama yardımcı oldu.
Etkileyici başka bir şey de Alexandria Troas ile bağlantısı olan Roma Caddesi
olmuştu. Biraz fotoğraf çekip dinleniyorum. Suyun kutsal ve şifalandırıcı
etkisine olan inanç hiç şaşırtıcı değil. Smintheion da bu nedenle (belki biraz
da stratejik konumu nedeniyle) etkili olmuş.
Roma caddesi |
Zamanda yolculuk gibi |
Bu
tura başlamadan önce kafamda İda’nın zirvesi Sarıkız’a çıkmak ve çevredeki
köyleri birleştirecek bir rota canlanmıştı. Sonra İda planı mecburen –şimdilik-
iptal olunca kıyıdan sürmeye karar vermiştim. Rotadan şimdilik son derece
memnunum ama ‘yukarıya’ giden tüm yollar ve tabelalar da aklımın oralarda
kalmasına neden oluyor. Başka bir zamana da milli park-Bayramiç – Ayvacık
üçgenini bırakıyorum. Tekrar gelmeye sebep olsun diyerek. Kafamda rotası bile
şekilleniyor şimdiden kabaca. Sürmeye devam ediyorum. Sırasıyla Tuzla,
Babadere, Kösedere köylerini ve Tavaklı limanını ardımda bırakıyorum. Tuzla’daki
köprü ve sonrasındaki özel bölgeyi hiç unutmayacağım sanırım. Tavaklı civarında
hayatımda ilk defa denizin hemen yanında tarım alanları görüyorum. Denize bu
kadar yakında ne yetiştiriyorlar acaba merak ediyorum, geçerken de kimseye
sormayı düşünemedim. Onu öğrenmek de başka zamana kalsın. Eski, tahminim 80’li
yıllardan kalma yazlık siteler var, yazlık çocuğu değildim ama yine de çocukluğum
gibi böyle yerler. İnsanlarını iyi tanıyorum gibi hissediyorum bu yazlıkların.
Unutulmaz anlar |
Güneşin
eğilip gölgelerin uzamaya başladığı sıralarda Dalyan’a yaklaşıyorum. Yol
üzerinde çok merak ettiğim Alexandria Troas antik kenti var. Özellikle
konumunun da nedeniyle bir dönem nüfusunun 100.000’e yaklaştığı bu tarihi kent
Büyük İskender’in başkent yapmayı düşündüğü bir yermiş. Sonradan İstanbul’u
tercih etmiş İskender. Geniş bir alanda ziyaret edilebilecek pek çok yapının
kalıntıları mevcut. Burada epey zaman geçirip fotoğraf çektim. Akşam Geyikli’de
arkadaşlarımla buluşmayacak olsam burada çadır atıp bir gece geçirmeyi de
isterdim. Yazdıklarımı buraya kadar okuyabilmiş birileri varsa eğer yakınlardan
geçerken yollarını düşürüp biraz da zaman ayırmalarını tavsiye ederim. Yoluma
devam ederek Dalyan’ı da geçerek Geyikli’ye ulaşıyorum. Birkaç saat sonra
İzmir’den Semra ve Serhat gelecek, ben de o sırada iki tane akşam birasıyla
bisikletli geçen günümü kutluyorum. Gece de Eskişehir’den Emel ve Serpil
gelecek. Başından bu yana çok keyifli ama bugün turun en güzel günüydü.
Yaşadıklarımı, gördüklerimi ve hissettiklerimi kelimelere ne kadar dökebildim
acaba? Burada olmama sebep olan her şeye teşekkür ediyorum.
Geyikli'de günbatımı |
Tur Verileri
Rotanın uzunluğu 74.4 km
Toplam çıkış 1015 m
Toplam iniş 1014 m
Yükseklik max 354 m
Yükseklik min 2 m
Tur verilerini ve ayrıntılarını aşağıdaki linkten inceleyebilirsiniz
https://www.wikiloc.com/bicycle-touring-trails/kuzey-ege-turu-4-gun-sokakagzi-geyikli-22412106
np: The Cranberries - To The Faithful Departed (Dolores'e sevgi ve saygıyla)